27 Haziran 2015 Cumartesi


Sevdaluk eyi şeydur...

Karadeniz bir nefes...Ciğerlerinizi oksijenle, bedeninizi dinginlikle ve kalbinizi huzurla dolduran bir nefes... Hep söylerlerdi, hep bilirdim güzelliğini ama görmek bu zamana kısmetmiş. Yeşilin binbir tonu arasında her yerden akan dereleri, taş köprüleri, köpük köpük şelaleleri ,dumanlı dağları ve kendine has evleri ile çok natürel ve aynı zamanda çok da özel... Yollarındaki taşların arasından bile yeşillikler fışkırıyor ve hemen her daim inceden yağan yağmur insanda tazeleyici bir etki bırakıyor... Mis gibi kokan kırlarında yabani çiçekleri rengarenk...Mesela gelincik var ama bildiğimiz gibi kırmızı değil, güneş rengi... Bunca yeşilliğin içinde mutlu oldukları her hallerinden belli olan inekleri, oraya buraya koşuşturan tavukları, pırıl pırıl sularda yüzen ördekleri var. Kısacık tatilimde tilki de gördüm, atmaca da...Bu kadar doğal bir hayatı görmek ve paylaşmak inanılmaz keyifli... Ama işin bir de gerçeği var; burada yaşam kolay değil, yöre halkı sürekli doğayla mücadele halinde...Çay, fındık, mısır iyi ama onun dışında ne tarım ne de hayvancılık yapılabiliyor. Bir yerde çay içerken köylülerle sohbet ediyorum ve köyün gençlerinin büyük şehirlere gittiğini ve kendilerinin burada konaklayan son kuşak olduklarını öğreniyorum... Her yörenin kendine ait güzellikleri olduğu gibi problemleri de var malesef... Kısa ama benim için çok değerli zamanlar geçirerek ve bir daha ki gelişimi sonbahara denk getirmeyi planlayarak turumu tamamlıyorum. Ha bu arada sevdaluk eyi şeydur:-)

Not: Fotoğrafları da ilk fırsatta yükleyeceğim, söz... 

2 Haziran 2015 Salı


Karadeniz İnsanı ve Dostluk Üzerine...


Yıllar önce, ben daha küçücük bir çocukken İstanbul’daki üst komşularımız Karadenizliydi ve Karadeniz insanıyla ilk temasım böyle başladı. Laz köftesi, kara lahana sarması ve hamsili pilav ile de böyle tanıştım. Daha sonra Tekirdağ’a taşındığımızda yine Karadeniz’den Tekirdağ’a göçmüş bir aile ile (Ç ailesi) tanıştık ve aramızda yıllara yayılacak çok köklü bir dostluğun ilk temelleri atılmış oldu. Evin en yaşlısı babaanne K nine idi ve bana hep “Güneş hala” derdi; çünkü Karadeniz’de Güneş isimli bir halası vardı ve beni her gördüğünde onu hatırlardı. Evin babası S, annesi ise B idi ve 4 çocukları vardı. En büyük oğul S, ilk kız D, 2. kız B ve küçük oğul Z. Ben hepsinden küçüktüm ve her biri benim öz ablam ya da abim gibiydi. Gecemiz gündüzümüz birlikte geçerdi ve annemle ben resmen evin birer ferdi gibiydik. O zamana dek hayatımda gördüğüm en sıcak ve doğal insanlardı. Daha sonra evin büyük kızı D ile bizim İstanbul’daki üst kat komşularımızın oğlunu (Ş) annem tanıştırdı ve evlenmelerine vesile oldu. Böylece iki köklü Karadeniz ailesini birbirine bağlamış olduk. Kader işte...
Yıllar sonra Ç ailesi de İstanbul’a taşındı ama bizler bağlantıyı hiç koparmadık. Bazen ben üniversitedeyken annem Tekirdağ’dan gelirdi ve D ile Ş’nin evinde toplanırdık. D ile Ş’nin çocukları (3 tane) öz yeğenlerim gibiydi. Bu arada evin küçük kızı B ablam da evlendi, çoluk çocuğa karıştı ve yeğen sayım 6’ya çıkmış oldu. Ben üniversiteyi bitirip işe girdiğimde kısa bir süre İstanbul’da yaşamam gerekti ve D ablamın evinde kaldım. B ablam bana da gel diye israr ediyordu ama o karşıda oturuyordu ve lokasyon olarak işyerime çok tersti; yine de aklı bizdeydi ve ona da gitmiyorum diye içten içe kızıyordu bana... Bazen sabahın saat 3’üne kadar bitmezdi sohbetlerimiz D ablamla... Çok güzel günlerdi....

İlk önce evin babaannesi göçtü bu dünyadan, yaşlıydı epey ama yine de canlı tarih gibi bir insanın ölümü dokundu bize... Ondan birkaç yıl sonra K ninenin oğlunun, yani S amcanın rahmetli olduğunu öğrendik... Bugünse malesef yıllardır yüzünü görmesem de kalben sevgimin hiç bitmediği B teyzenin aramızdan ayrıldığını öğrendim. O vefakar, daima  güleryüzlü Karadeniz kadını...Başı ağrıdığında bir eşarpla başını sıkar, yine evinde koşuşturmaya, yemek yapmaya, torunlarıyla ilgilenmeye devam ederdi. Bu arada espriler yapar, hepimizi gülmekten kırar geçirirdi. Ölüm Allah’ın emri ama sana hiç yakışmadı be Beyza teyzem...Nurlar içinde yat, mekanın cennet olsun...