18 Mayıs 2016 Çarşamba

Anadolu'nun kalbindeki Avrupalı: Eskişehir

      
       Avrupa'da en çok sevdiğim şeylerden biri insanların kapalı mekanlar yerine açık havada olmayı tercih etmeleridir. Bu sayede sokaklar, kafeler, restoranlar, parklar canlanır ve o yere ait bir kimlik, bir bütünlük oluşturur. İşte Eskişehir de böyle bir şehir... 
       İnsanlar sürekli sokaklarda ve dolayısıyla sanki şehir nefes alıyor. Bir kere birçok yerde yemyeşil parklar var ve hem spor yapmak, hem de huzur bulmak için idealler. (Favorim Kentpark) Sonra 26 köprülü (26 Eskişehir'in plaka numarası) Porsuk şehre tam bir Avrupa ruhu katmış. Bazen kendinizi Amsterdam'da sanıyorsunuz; bazen de gondollara bakıp yoksa Venedik'te miyim diyorsunuz. Genç nüfus fazla ve bu da şehre dinamizm getiriyor. Barlar Sokağı müthiş keyifli... Bunun dışında şehirde sanatın yoğunluğu çok net hissediliyor. Müzeler, Opera Binası, süslü köprüler, heykeller her yerde karşınıza çıkıyor. Odunpazarı evleri ile tarihe nasıl sahip çıkılabileceğini görüp, Uğur Mumcu'nun arabası ile hüzünleniyorsunuz. Sazova Parkı'nda çocuklaşıp, Havacılık Müzesi'nde uçaklara yakından bakma fırsatı buluyorsunuz. Şehrin biraz dışına çıkıp Yazılıkaya'da Kral Midas'ın ve Frig'lerin izini sürdüğünüzde tarihe yolculuk yapıyor; Çifteler'de ise doğanın verdiği dinginliği yaşıyorsunuz. 
      Eskişehir istenildiğinde başarılabileceğini gösteren, yoktan var edilmiş bir şehir. Yıllar önce bir Bozcaada tatilim esnasında Ege Otel'de tanışma fırsatı bulabildiğim Sayın Yılmaz Büyükerşen'in şehre kattıkları muhteşem...
     Düşünsenize deniz yok ama deniz kumlu plajı var... Yunus Emre'nin, Nasreddin Hoca'nın izleri var... Çok çok düşük ücretler karşılığında izleyebileceğiniz sanat etkinlikleri, gezebileceğiniz müzeler var. Tekne turu var, gondol sefası var, çibörek var...Huzur var, keyif var; kısacası Eskişehir'de "hayat" var...