21 Kasım 2016 Pazartesi

Yıllar sonra yeniden Prag

    Prag'a ilk gidişim bundan 11 yıl önceydi, kış nedeniyle epey soğuktu ama yine de beni büyülemişti ve daha o zaman buraya yeniden gelmeliyim demiştim. Bu Ekim ayında Prag'ı bir de sonbahar renkleriyle görme fırsatı buldum ve masal şehir Prag'ı daha da çok sevdim.
  
    İlk gelişimde, o soğuk havada, gecenin bir vakti Charles Köprüsü'nde, üzerinde sadece bir gömlek olan ve yüzünü gizleyerek diz çöküp elini açmış bir vaziyette bekleyen bir dilenci beni resmen ağlatmıştı. Bu gelişimde de yine aynı şekilde dilenen dilenciler, ressamlar ve sokak müzisyenleri ile bezeli Charles Köprüsü, günbatımında harika kareler yakalamamı sağladı. Vlatava Nehri'ndeki kuğular ise bu masal şehri daha da etkileyici kıldı yine...Faytonları ve eski arabaları seyrederek, gotik mimarinin baş döndüren sivri kuleleri eşliğinde parke taşlı sokaklarda yürümek ve Old Town Square'de Astronomik Saat'i izleyerek sıcak şarabımı yudumlamak muhteşemdi.

   Bu Prag turumda II. Dünya Savaşı sırasında Nazilere ait bir toplama kampı olarak kullanılan Terezin'e de gittim ve tahmin ettiğimden de çok etkilendim. 1940'larda Avrupa'nın göbeğinde yaşanan ve benim aklımın hiçbir zaman almadığı ve almayacağı bu büyük zulmün izleri o kadar taze ve o kadar acı yüklüydü ki, inanın bu tarihi ayıba tanık olmak bile canımı çok yaktı.

   Bu gezimin bir ekstra turu da Dresden Almanya'ydı ve Dresden'i gerçekten çok beğendim. Savaşın sonunda taş üstünde taş kalmayacak şekilde bombalanan bu şehir yeniden aslına uygun olarak ve hatta aynı taşlar kullanılarak inşa edilmiş. Bu şehirde bir yeniden doğuş hikayesi var ve bunda disiplin ve çalışkanlıkları tüm dünyaca bilinen Almanların imzası mevcut. Hayran olmamak mümkün değil...

   Terezin Kampı'nı ve Dresden'i gördükten sonra yine anladım ki savaş hiç kimseye bir şey kazandırmıyor; ama günümüzde bile hala savaşmak ya da savaştırmak amacıyla yapılanları görüyoruz ve hatta yaşıyoruz maalesef...

   Prag'daki son gecemizde Detenice'deki 1300'lü yıllardan kalma bir Ortaçağ Hanı'na gidiyoruz ve sanki zamanda yolculuk yaparak Ortaçağ'a ışınlanıyoruz. O döneme ait müzikler ve gösterilerle, enfes bir yemek ve elbette meşhur Çek biraları eşliğinde, çoğunluğunu Çeklerin oluşturduğu bir ortamda hep birlikte eğleniyor, aynı şeye gülüp, aynı keyfi paylaşıyoruz. Aslında hepimiz dünya vatandaşıyız. Keşke bunu hepimiz idrak edebilsek ve bize verilen bu ömrü yok etmek, tüketmek için değil de paylaşmak, üretmek ve tüm renklerimizle "bir olabilmek" için harcasak...Belki çok ütopik düşünüyorum ama böylesi daha güzel olmaz mıydı, ne dersiniz ?

                                                                 Prag













 
 
 
Terezin Toplama Kampı
 





 
Dresden